Arşiv | Temmuz, 2011

Etnografi: bir araştırma tekniğinden daha fazlasıdır

27 Tem

Benim için antropoloji yalnızca bir bilim dalı ya da uzmanlık alanı değil aynı zamanda bir yaşam biçimi olageldi. Antropolojiyi bilinçli olarak seçmiş bir kişi olarak antropolojiyle ilgili her konuyla ilgilenmekten hep çok keyif aldım. Bu nedenle son zamanlarda antropolojinin ve etnografinin sıklıkla gündeme geliyor olması beni çok mutlu ediyor. Özellikle etnografinin, daha doğru bir ifade ile antropolojinin pazar araştırması alanında uygulanıyor olmasını, hem bu önemli bilgi kaynağının daha geniş kitlelere ulaşması ve sevilmesi, hem de antropoloji mezunlarının farklı iş sahalarında kendilerini geliştirmesine olanak sağlaması nedeniyle çok olumlu buluyorum. Öte yandan süregelen tartışmalar, yazılar ve yorumlar ülkemizde hala  antropoloji ve etnografinin tam olarak ne olduğunun anlaşılamadığını, belirli bilinmezleri olan kavramlar olduğunu düşündürüyor. Bu nedenle antropoloji nedir ve özellikle pazarlama dünyasında nasıl yerini bulur konularını biraz irdeleme ihtiyacını hissettim.

Antropoloji, en basit tanımıyla, insanı bütünsel (holistic) ve kültürel göreceli bir çerçevede inceleyen bir bilim dalıdır. Eric Wolf antropolojinin bu konumunu “Beşeri bilimlerin en bilimseli, tüm bilimlerin ise en insanisidir”diyerek son derece güzel özetler. Antropoloji kendisine özel bir düşün sistemi kurmakla birlikte biraz da diğer sosyal bilim dallarına göre daha geç gelişmesinden faydalanarak, araştırma  tekniği olarak bütün diğer dallardan yararlanmıştır. Bunların başında sosyoloji ve genellikle sosyoloji ile özdeşleştirilen, anket ve derinlemesine görüşmeler ve hatta odak
grup tartışmaları gelmektedir.  Yani antropoloji, kamuoyundaki yanlış kanının aksine, yalnızca katılımcı gözlem yapmaz; gereksinimler çerçevesinde farklı araştırma tekniklerini bir arada kullanır. Dolayısıyla ne katılımcı gözlem yalnızca antropologların tekelindedir, ne de antropologlar araştırma tekniği olarak yalnızca katılımcı gözleme mecburdur.

Tüm bu saydığım gerekçelerle etnografik analiz gücünü kullandığı teknikten değil, etnografların bilgi birikimi ve deneyiminden, kısacası sahadaki insan kaynağının niteliklerinden almaktadır. Geçerli ve güvenilir bilgi üretebilecek etnografik araştırmalar uzun yıllar boyunca alınan antropoloji eğitiminden, kuramsal ve yöntembilimsel yetkinlikten, karşılaştırmalı etnolojik verilere hakimiyetten, eğitim ve araştırma sürecindeki usta-çırak ilişkisinden ve akademik donanımı sürekli yenileme zorunluluğundan bağımsız düşünülemez. Bu analiz süresince pek çok farklı yaklaşım ve kuramsal bakış kullanılır, bu çerçevede etnografik analizi belirleyen temel özellikler; bütünsellik (holistic), kültürel görecelilik, diyalojik, karşılaştırmalı ve yorumsamacı (hermeneutic) analizlerdir.

Basit bir örnek ile anlatırsak, bir olayın bütün gün boyunca gözlenmesi ya da olay gerçekleşirken orada bulunuyor olmak bu gözleme, “etnografik” sıfatının takılması için yeterli değildir. Zaten, bu şartlar etnografik araştırma için yeterli olsaydı, gözlemin yapıldığı iş yerinde çalışan insanların sağlayacağı bulgular, hatta sürekli kayıt alan güvenlik kamera sistemleri çalışma için yeterli olacaktır. Peki, bu durumda etnografik analizi diğer analizlerden ayıran nedir? Öncelikle, bu analizin kapsamlı bir antropoloji eğitimi almış ve/ya bu yöntemi uzman kişiler eşliğinde uygulayan sosyal bilimciler tarafından yapılıyor olması gerekir. İkinci olarak araştırma yürütülecek konuya ilişkin kuramsal bir konum alınmış olması gerekir; zira insanlar sadece bildiklerini gözlemleyebilir ve kuramsal açıdan neye bakacağını bilmeyen bir uzman da sıradan bir gözlemciden daha derinlikli bir bulguya ulaşamaz. Üçüncü olarak gözlemin sistematik bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Sistematik gözlemden kasıt gözlemin çok uzun bir süre zarfında gerçekleştirilmesi değil, düzenli olarak gerçekleştirilmesi ve zamansal, konumsal değişkenler tarafından saptırılmasına ve sistematik hataya (bias) maruz kalmasının önlenmesidir.

Burada saydığımız maddeleri karşıladığı sürece yapılan analiz, ister sadece katılımcı gözlem, ister doğal gözlem ve derinlemesine görüşme
tekniklerini kullansın, ya da bunların yanı sıra anket uygulaması yapsın etnografik araştırma olur. Zaten dünyada etnografi alanında yazılan doktora tezleri incelendiğinde birçoğunda bütün bu tekniklerin birlikte kullanıldığı gözlemlenmektedir.

Dikkat çekilmesi gereken diğer bir noktanın da disiplinlerarası karmaşa olduğunu düşünüyorum. Pazarlama araştırmalarında sıklıkla kullanılmakta olan ve özellikle bir konsept testi için geçerli bir yöntem olan odak grup çalışmaları ve pazarlama ekipleri tarafından gerçekleştirilen ev ziyaretleri üzerinden gerçekleştirilen tartışmalar bu konuyu gündeme getirmektedir. Çoğunlukla psikologlar tarafından yürütülen ve değerlendirilen odak grup çalışmalarını ya da derinlemesine görüşmeleri etnografik araştırma diye tanımlamak etnografiye ve bu disiplinin emekçilerine haksızlık olmaktadır. Aynı şekilde, uzatılmış derinlemesine görüşme mülakat formlarının evde uygulanıyor olması bu çalışmaları etnografik yapmamaktadır. Zaten etnografi yalnızca bir araştırma tekniğinin uygulanmasından ibaret olsaydı, 4 yıllık lisans, 2-3 yıllık yüksek lisans ve 6-7 yıllık doktora eğitimine gerek duyulmaz, lisans düzeyindeki bir araştırma tekniği dersi ve uygulamasıyla gerekli donanım her arzu edene sağlanabilirdi.

Sözlerime 2006 yılında kaybettiğimiz ünlü antropolog Clifford Geertz’in The Interpretation of Cultures kitabında Gilbert Ryle’ın “göz kırpma” analizine yaptığı referansı anımsatarak son vermek isterim.  Ryle ve Geertz’in işaret ettiği doğrultuda, insanın fiziksel varlığının rutin bir süreci olan göz kırpmaya odaklanıp, farklı koşul ve sosyal etkiler altında bu süreçteki değişimleri gözlemlersek, antropoloji disiplinin insan davranışına getirebildiği derinlikli açıklamanın en çarpıcı örneklerinden birine tanık olabiliriz. Nitekim bu yaklaşımın yokluğunda, göz kapağının iniş kalkışlarını istem dışı fiziksel refleksler olarak tanımlayarak, sadece birer göz kırpma zannetmeye devam edecek, bir düzine diğer olasılığı ıskalayacak, bunun farkına asla aramayacak, ve daha da kötüsü farklara dikkat çekebilecek kişilere ve yaklaşımlara kör ve sağır kalacaktık.

Y.Doç.Dr. Aykan Erdemir

Etnografik araştırma sırasında hangi evre?

20 Tem

Bir önceki “Antropoloji Okumak, Antropolog Olmak” başlıklı yazımda alan deneyimlerinin akademik formasyonla bütünleştirilmesinin çok büyük önem taşıdığına, bunun için de “yazma” yeteneğinin bir etnograf için yaşamsal bir öneme sahip olduğuna değinmiştim. Bu yazıda bu “önem”i açmaya çalışacağım.

Etnografik araştırma evrelerini araştırma öncesi, araştırma sırası ve araştırma sonrası olarak üç döneme ayırabiliriz. Araştırma öncesi dönem, yani sahaya çıkmadan önceki dönem, saha için hazırlık yaptığımız, araştırdığımız konu ve araştırma alanımızla ilgili yazını taradığımız dönemdir. Bu dönemde kuramsal boşluklarımızı doldurur, alanın tarih ve coğrafya bilgileriyle kendimizi donatırız. Araştırmanın asıl can alıcı evresi, araştırmayı yürüttüğümüz alana varışımızla başlar. Kullandığımız yöntem ve araştırma teknikleri, günlük çalışma düzenimiz ve görüşmelerimiz araştırmamızın kalitesini bire bir etkilerler. Araştırma sırasında ise en önemli sorunumuz  “kabul edilme”dir. Irmak Toker arkadaşımız “Neden Antropoloji? Neden Antropolog?” başlıklı yazısında “kabul edilmek”le ilgili olarak etnografların mottosunu zikretmiş: “Duvarda sinek olmak!” Irmak’ın yazısında doğru zamanda ve doğru yerde olmanın ne kadar önemli olduğunu örnekleriyle görüyoruz. Yanlış zamanda ve yanlış yerde olmak bütün bir araştırmanın hebâ olmasına bile yol açabilir. Araştırmanın üçüncü evresinde, yani saha sonrası evrede ise raporlama öne çıkmaktadır.

Etnograflar için çoğunlukla en çok önem verilen evre araştırma anıdır. Doğrudur. İyi bir literatür taraması yapmadan alana çıkabilirsiniz ve bu şekilde de alan araştırmanızı sona erdirebilirsiniz, ya da raporlamayı kötü yapsanız bile araştırmanızı sonuçlandırabilirsiniz, ama sahayı bitiremezseniz araştırma da bitmemiştir, hatta “kabul edilmezseniz” araştırmanız daha başlamadan bitmiş demektir. Dolayısıyla, çoğu kez araştırma anı, araştırma öncesinden ve sonrasından daha önemli olarak algılanır.

Bu tarz bir bakış açısı birçok etnografın kariyerini bitirmiştir.

Birçok başarılı araştırmanın başarısını belirleyen şey, araştırmanın sonucudur, yani raporlandırılmasıdır. Araştırmanın son döneminde yer almasından dolayı, çoğunlukla raporlandırma/yazım aşamasına gereken önem verilmemektedir. Sadece araştırma sonunda değil, araştırma sırasında da sürekli rapor yazmak etnograflar için bir zûl haline gelmektedir. Öyle ya! Başarılı bir araştırma sonunda, “hiç bir akademik değeri olmayan”, “anlamsız bir evrak yükü” için sizi “derin ve nitelikli işlerden alıkoyan” bu işlere vakit ayırmanın anlamı ne ki? Salt resmi prosedürleri yerine getirmek için yazmış olduğunuz raporunuzun değeri sahip olduğunuz akademik yeterliliğiniz ve bilimsel derinliğinizle zaten malûmdur. Muhtemelen bu yeterliliğiniz ve derinliğiniz raporunuzu okuyan kişileri “aşar”. Yazınızın biçimine getirilen eleştirileri de kolaylıkla; “Benim yazdığımı anlayacak derinliğe sahip değiller, o yüzden biçime takmışlar” tarzı bir söylemle savunmaya geçebilirsiniz.

Raporlar sadece işverenin, ya da araştırmanın sponsorlarının, ya da akademik kurullarının sizin çalışma disiplininizi kontrol ettikleri bir mekanizmanın parçası değillerdir. Aynı zamanda ara ara sizin çemberin dışına çıkıp yaptığınız işleri dışarıdan görmenizi sağlayan, eksiklerinizi fark etmenizi sağlayan, yapabileceğiniz farklı açılımların yolunu gösteren niteliğe sahiptirler. Açıkçası, rapor sadece kontrol mekanizmasının bir parçası değil, işlerin yürütülmesinde de temel unsurdur. Can Koparan “Hizmet Sektöründe Bir Antropolog” başlıklı yazısına daha önce yazmış olduğu bir rapordan alıntı yaparak başlamış. Bir araştırma sırasında kendisine belki de “zûl” gelen günlük tasvir defterlerini karıştırırken rastladığı bu tümce, Can için önemli bir içebakış, yaptıklarını değerlendirebilmek için önemli bir fırsat sunmuş.

Elbette ki insanın zekâ düzeyi yaptığı işin kalitesini etkiler. Hafızamızın sağlamlığı da bize birçok konuda fayda sağlar. Fakat en iyi etnograf, zekâsına ve hafızasına en az güvenen etnograftır. En çok not tutan, görsel belgelemeye önem veren, tuttuğu notları düzenli raporlar haline getiren etnografın alandaki önemli gelişmeleri ve olguları gözden kaçırabilme ihtimali de o derecede azalır.

Bu noktada “yazı” başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu “sorun”u sorun olmaktan çıkarıp etnografik yönümüzün “güçlü” yönü yapmak bizim elimizde. Üstelik de sanılandan çok kolay. Burada anahtar sözcüğümüz “sürekli yazmak”.

Bilindiği gibi insanlık tarihi yazıyla başlar. Neden? Çünkü, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük üstünlüğü sadece düşünce gücü ve zekâsı değil, birikimini gelecek kuşaklara da aktarabilmesidir. Bu ise ancak dille mümkün.  Yazı, dili en verimli ve sistematik bir biçimde kullandığımız araçtır. Bu bağlamda, genel olarak bütün bilim dalları için dil ve yazı başlı başına büyük bir öneme sahiptir.

Çalışma nesnesi “kültür” olan etnograf için ise dile ve yazıya hâkim olabilmek, diğer bilim dallarına kıyasla çok daha büyük bir öneme sahiptir.

Yrd. Doç. Dr. Özgür Dirim Özkan

Konut pazarı araştırması pdf

20 Tem

konut pazarı hakkında yapmış olduğumuz araştırma ve Infomag’de çıkan çalışmanın daha rahat okunabilmesi için bir de pdfini ekledik!

 

virtua research_infomag_konut insaati_pazar analiz